İSTANBUL - Sürecin başarıya ulaşması için Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması gerektiğini belirten yazar Mehmet Karakuş, “Sayın Öcalan’ın halklara önerdiği sistem radikal demokrasi temelinde bir sistemdir. Dolayısıyla demokratik bir toplumun oluşması halkların lehinedir” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın başlattığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci, Meclis’te kurulan komisyonun çalışmalarıyla devam ediyor. Farklı kesimlerin söz aldığı Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda Abdullah Öcalan’ın söz kurması talepleri de yükseliyor. Kürt sorunun demokratik siyaset zemininde yasal çözümünün nasıl olacağı, komisyon çalışmalarının nasıl bir rol oynayacağı ve mevcut sürecin neye evirileceği siyasetin ana gündemini oluşturuyor.
Yazar Mehmet Karakuş, süreci, Abdullah Öcalan’ın önerilerini, Meclis’te kurulan komisyonu ve kalıcı barış için atılması gereken adımlara ilişkin Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Geçmiş dönemlerde birçok çözüm girişimi oldu ancak bunlar başarıya ulaşamadı. Bu süreci diğerlerinden ayıran özellikler nelerdir?
Devlet, her türlü yol ve yöntemi denedi. Mevcut yol ve yöntemlerin hiçbirisi Kürt sorununu 1920 ile 1940'lar arasındaki dönem gibi bastıramadı. Gelinen nokta artık sorunun askeri yollarla çözülmeyeceği yönündedir. ‘Askeri çözüm yöntemleriyle olmuyor, siyaset yollarıyla çözelim’ diye bir anlayışa mı geldi? Bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değil. En önemlisi de geçmiş denemelerde bölge ve dünya koşulları bu düzeyde değildi. Şu an bölge yeniden dizayn ediliyor. İsrail'in bölgedeki hegemonik güç olma temelinde, tüm ilişki ve çelişkiler yeniden gözden geçirilip bir dizayn veriliyor. Bu açıdan farklıdır. Bu da bu sürece şöyle bir özellik getiriyor; Özgürlük Hareketi ile devleti aşan bir durum var. Bunun içerisinde hegemonik güçler var. Hegemonik güçler olduğu için de bir baskı oluşuyor. Bu hegemonik güçler bölgede bazı konuların belli bir düzeyde, belli bir yola girmesini istiyor. Ama onlar kendi çıkarları temelinde bunu istiyorlar. Yani bölgede ne İran'ın ne de Türkiye'nin klasik ulus devlet tarzında merkezi bir tarzda kalması değil, bu iki ülkenin federal tarzda bir devlet yapılanmasına gitmesini istiyorlar. Federal bir tarz olduğu zaman merkezi tarz gibi kolay ve hızlı karar alamazlar. Hızlı bir biçimde hegemonik olarak kendilerini örgütleme durumları olamaz. Bu nedenle, bu sürecin böyle bir farklılığı söz konusudur. Ulusal ve bölgesel koşullar açısından diğer süreçlerden farkı budur.
Hegemonik güçlerin bölgedeki emellerinden bahsettiniz. Peki, halklar açısından bu sürecin önemi nedir?
Dört parçada Kürt sorununun demokrasiyle çözülmesi, demokratik bir yapının hâkim gelmesi ister istemez halkları ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan rahatlatacaktır. Yani demokratik bir toplumun oluşması halkların lehinedir.
Dört sömürge güç tarafından parçalanmış ve üzerine hegemonik bir yapı kurulmuş sömürgeden bile geri olan Kürdistan açısından gerek Kürt halkının gerekse diğer halkların, bu yapılardan bir çıkarı söz konusu değildir. Hegemonik güçler veya mevcut sömürgeci devletler kendi çıkarları temelinde halkları birbirine düşman yapıp halkları kendi içerisinde birbirine kırdırıyorlar. Bundan halkların herhangi bir çıkarı yoktur. Halklar maddi ve manevi olarak bedel öderken, bundan yararlanan savaş baronları vardır. Bu nedenden dolayı dört parçada Kürt sorununun demokrasiyle çözülmesi, demokratik bir yapının hâkim gelmesi ister istemez halkları ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan rahatlatacaktır. Yani demokratik bir toplumun oluşması halkların lehinedir.
Demokratik toplumu biraz açar mısınız?
Çok inançlı, çok dilli ve çok kültürlü bir yapı oluştuğu zaman belli bir refah gelişecektir. Mevcut gelenekselleşmiş, yüzyıllardır süren sorunlar çözüme kavuşmuş olacaktır. Bunun belli handikapları ve açmazları vardır. Özellikle demokratik bir toplum, demokratik güçlerle inşa edilir. Devletlerin yapısı, demokratik bir toplumun geliştirilmesinde engeldir. Bu açıdan demokrasi güçleri kendilerini demokrasinin değerleri etrafında örgütlerse devleti belli şeylere zorlayabilirse, demokratik toplumun oluşmaması için hiçbir neden yoktur. Hiçbir egemen, kendi gönül rızasıyla kendi haklarından feragat etmez. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Aşağıdan gelen demokratik talepler, belirli eylem ve güce dönüştürüldüğünde egemen güçler ister istemez devlet yapısından geri adım atacaktır ve devlet yapısı kendini değişim ve dönüşüm içerisinde tutmak zorunda kalacaktır. Gerçekten bu süreç, öyle bir süreç ki bu süreçte kim sürecin ruhuna göre hareket etmezse kaybeder. Devlet de kaybeder, Kürtler de kaybeder. Şu anda devlet diğer süreçlerde olduğu gibi belli seçimleri geçmek, tekrardan iktidara gelmek veya dışarıdan dayatılan belli şeyleri zamana yayarak, konjonktürel bir durumdan değişebileceğini bekleyerek hareket ederse kaybeder. Çünkü devletin de kendi içinde Kıbrıs sorunu, gündeme getirilen Boğazlar sorunu, Yunanistan’la yaşanan sorunlar var. Bu sorunların hepsi devleti zora sokabilecek durumlardır. Devletin de kendisini değiştirip dönüştürmesi gerekmektedir. Güçlü, geniş, hantal bir devlet yapısından daha dinamik, daha küçültülmüş ve ‘daha çok toplum daha az devlet’ perspektifiyle bir yapıya gitmek zorundadır. Kendisini oligarşik, faşist bir cumhuriyetten demokratik bir cumhuriyete dönüştürmek zorundadır. Bu devlet açısından da tüm halklar açısından da gereklidir. Birlikte yaşamanın koşulu budur.
Abdullah Öcalan’ın, 27 Şubat’ta yaptığı Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda, “Tarihi çağrının sorumluluğunu üstleniyorum” ifadesini kullandı. Halkların devlete güvenmemesinden kaynaklı mı böyle bir ifadeyi tercih etti?
Tüm sorumluluğu üzerine almasının temel nedeni hem özgürlük hareketi hem de Kürt halkının devlete kuşkuyla yaklaşmasından kaynaklıdır. Devletin bu konudaki geçmiş tarihi çok iyi olmadığından dolayı, sürekli belli hileler ve ayak oyunları geçmişinden dolayı halk kuşkulu yaklaşmaktadır. Bir de şöyle bir durum vardır; devlet, kendi tebaasından alternatif olarak çıkmış bir güçle masaya oturmaz. Masaya otursa da bunu tekrardan eski duruma dönmek, mevcut statükoyu tekrardan koruyabilmek için yapar. Ali Cengiz oyunları yaparak mevcut statükosunu devam ettirir. Ermeni meselesinde, cumhuriyetin kuruluşunda Kürt meselesinde ve diğer çözüm süreçlerinde yaptıklarına halk ve örgüt kuşkuyla yaklaşmaktadır. Bu nedenden dolayı Sayın Öcalan inisiyatif alıp güven vermektedir. Bu temelde Kürt halkı ile PKK Sayın Öcalan'a güvendiğinden dolayı bu süreci benimsemektedir.
Abdullah Öcalan halklara ne öneriyor?
Sayın Öcalan’ın halklara önerdiği ve geliştirmek istediği sistem radikal demokrasi temelinde bir sistemdir. Hem siyasal demokrasi hem ekonomik demokrasi hem kadın özgürlüğü açısından bir demokrasi öneriyor.
Sayın Öcalan’ın halklara önerdiği ve geliştirmek istediği sistem radikal demokrasi temelinde bir sistemdir. Hem siyasal demokrasi hem ekonomik demokrasi hem kadın özgürlüğü açısından bir demokrasi öneriyor. Toplumsal alandaki tüm sorunlarla bunun ön adımları, etnik kimlikten kaynaklanan çok kültürlü bir yapının demokratik toplum içinde oluşturulmasını da içeriyor. Çok dilliliğin geliştirilmesi de bunda dahildir. Dolayısıyla anadilde eğitim ve Kürtçe ikinci resmi dil olmalıdır. Sayın Öcalan’ın bir diğer önerisi de çok inançlı bir sistemi önermesi önemlidir. Çünkü İslam, Hristiyanlık, Yahudilik, Êzidîlik ve Alevilik inançları arasında herhangi bir hegemonya, baskı ve iktidar ilişkisi olmadan bütün inançların kendisini yaşayabilmesi sistemidir. Aynı zamanda dinler içerisinde farklı mezhepler arasındaki çelişkileri ortadan kaldırabilecek ve kendi sorunlarını kendileri arasında çözebileceği, hiçbir mezhebin bir başka mezhep üzerinde hakimiyetinin olmadığı bir sistem önermektedir. Bugün Türkiye’de İslam dinine inananlar çoğunluktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sadece Hanefi mezhebinin tekelinde olması başlı başına antidemokratiktir. İslam'da mezhepler vardır. Bu ülkede en yaygın olan Alevilik, Şafiilik ve Hanefiliktir. Her üç mezhep de Diyanet içerisinde temsil edilmelidir. Mezheplerin kendi içerisinde belli meclisleri olmalıdır. Aynı zamanda mezhepler arasında sorunları da yüksek bir din kurulunda çözülebilmelidir. Sayın Öcalan bunları öneriyor. Öte yandan ekoloji açısından proje de öneriyor. İçinde yaşadığımız gezegen sadece insanların değil tüm canlılarındır. Doğayla uyumlu bir endüstriyi gerekli kılan bir yaklaşım sergilenmelidir. Diğer yandan insan nüfusunun artması da bir problemdir. Çünkü insan popülasyonunun artması demek, hayvan ve bitki türlerinin azalması demektir. Sayın Öcalan'ın önerdiği sistem ve önerdiği düzen en demokratik bir sistemdir. Farklılıkların, çeşitliliklerin bir arada yaşayabileceği, bir arada birbirinden etkilenip, birbirleri üzerinde etkileyebileceği bir sistemdir. Hakimiyet ve hegemonya oluşturmayı dışlayan bir sistemdir.
Meclis’te kurulan komisyon bugüne kadar birçok toplantı gerçekleştirdi. Bu komisyonun yapısı ve işleyişine dair değerlendirmeleriniz neler?
Komisyonun yasal bir zeminde oluşmaması bir dezavantajdır. Çünkü yasal zeminde oluşmayan bir komisyonun etki düzeyi zayıftır. Tamamen Meclis Başkanı’nın inisiyatifiyle oluşmuş. Komisyon tamamen iktidarın insiyatifine kalmış bir durumdadır. İkincisi de komisyonun oluşması demokratik değildir. Meclisteki partilerin düşünceleri bilinmektedir. Komisyondaki dağılımlara bakıldığında devlet zihniyetin; değişim isteyen zihniyetten nicel ve nitel olarak daha fazladır. Nicel ve nitel olarak daha fazla olduğu için komisyondan sorunun çözümüne dair nasıl bir şey çıkaracağını kestirmek çok mümkün değildir. İkinci toplantıda İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı'nın toplantıya gelerek, brifing tarzı şeylerin verilmesi ister istemez komisyonda ‘bu temelde düşünün, bu temelde ele alın’ anlamına gelir. Öte yandan Barış Annelerinin Kürtçe konuşmasının engellenmesi de düşündürücüdür. Bu komisyon, Kürtçe konuşmaya bile tahammül edemiyorsa, Kürt sorununu nasıl çözecek? Komisyonun adı da problemdir, çünkü Kürt sorunu 200 yılı aşkın bir sorundur. Türkiye'de siyasal, ekonomik ve sosyal krizlerin tetikleyen ve buna bağlı olarak birçok sorunu tetikleyen bir durumdadır. Devletin yaklaşımından dolayı birçok maddi ve manevi kayıplara yol açmıştır. Böylesi kaçamak bir tarzda veya farklı mecralara götürülmesi insanlarda ister istemez devletin süreci zamana yaydığı ve çözmek istemediğini düşündürüyor. Diğer yandan Suriye’de HTŞ’yi yönlendirmeleri ve SDG ile çatışma planlarından anlaşılıyor ki; devlet Rojava’yı tasfiye ederse sürece son verebilir. Eğer Rojava uluslararası statü kazanırsa devlet gerçek anlamda bu sorunu çözmekle karşı karşıya kalacak. Şu an, devlet böyle bir tercihle karşı karşıya değildir ve daha çok zamana oynamaktadır. Dolayısıyla komisyon tek başına yeterli değildir.
Komisyonun yeterli olması için ne yapılmalıdır?
Komisyonun kendi içinde ekonomik, hukuk, kadın özgürlük sorunlarını, inanç meselelerini ve Kürt meselesini çözebilecek alt komisyonlar oluşturması gerekiyor. Bu komisyonun birleşimi buna uygun değildir. Çünkü komisyon içinde kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları, mesleki örgütleri, sendikalar yoktur. Bu öznelerin komisyona önerilebileceği mekanizmalar da yoktur. Yasal mekanizmalar yok. Sadece ‘komisyon önerilere açıktır’ demekle yetmez. Bu kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınması ve toplum içerisinde bir tartışmanın başlatılması gerekir. Buna karşı kamuoyu gerekçe gösteriliyor. Bu bir gerekçe değildir. Bugüne kadar genellikle devletin iktidarı ne demişse, halkın ezici çoğunluğu ona biat etmiştir. Şu an devlet içerisinde birtakım klikler var. Bu kliklerin itirazları var.
Bahsettiğiniz klikler kimlerdir?
MHP'den kopmuş veya CHP geleneğinden belli kesimlerin itirazları var. Bunların da toplum içerisindeki karşılıkları bellidir. İktidar ve devlet çözüm konusunda bir karar verirse bu karar toplum tarafından benimsenecektir. Çünkü toplum, savaşa harcanan bütçenin çok büyük bir kesimini oluşturduğunu bilmektedir. Toplum, savaşa harcanan paranın topluma döndüğünde bir refahın gelişmesine ve ekonomik dengelerin yeniden oluşacağı kesinlikle göz ardı etmez. Süreç içerisinde aşağıdan gelecek öneriler ve baskılarla komisyonu belli bir raya oturtmak mümkündür.
Sürece ilişkin AKP ile MHP arasında bir fikir ayrılığı olduğunu düşünüyor musunuz?
AKP ile MHP arasında somut bir farklılık olduğunu söylemek çok zor. Çünkü ne AKP'nin ne de MHP'nin elinde çözüm planı yok. İkisinin de elinde somut olarak dokunabileceğimiz veya kamuoyuna deklare etmiş bir çözüm programı yok. Fakat bu süreçte Bahçeli, Erdoğan'a oranla, sürecin sonuca bağlanması açısından daha azimkardır. Kafasındaki çözüm her neyse bir an önce olup bitmesini istiyor. Bazı konuşmalarında ‘Devletin bekası bu süreçtedir’ diyor. Demek ki bölgesel ve dünyasal ölçekte uygulanan baskının Türkiye'yi bir devlet olarak toprak kaybedebileceğini düşündürebiliyorsa Bahçeli de bu sürecin derinliğinin farkındadır. O açıdan MHP, AKP’den daha fazla çözülmesini istiyor. Ama Kürt sorununun çözümü konusunda MHP'nin deklare ettiği bir program olmadığı için, kesin olarak bir şey söylemek mümkün değil. AKP ve Erdoğan'ın dünyası oldukça küçüktür. Erdoğan'ın tüm derdi ‘seçimi nasıl kazanırım, nasıl tekrar başkan olurum’dur. Erdoğan iktidarını kaybetmekten korkuyor. Eğer çözüm gelişir, çözümden sonra oluşacak bir hükümette Erdoğan iktidarı tamamen kaybederse, onu karşılayacak belli meseleler vardır. Geçmişteki yapılan yolsuzluklar unutulmadığından tekrar gündeme gelecektir. Erdoğan bundan korktuğu için sürece olumlu yaklaşmamaktadır. Sürece yönelik herhangi bir çözüm olmadan sadece yeniden iktidara gelmek gibi bir yaklaşımı söz konusudur. Hakan Fidan’ın yaklaşımı da aynıdır. Dayatılan devlet aklı bir olmasına rağmen bir farklılık söz konusudur.
Ama biz Kürt sorununun hangi meselelerle çözülebileceklerini bilmemekteyiz. Daha çok ‘devletin bekası tehlikeye girmiştir, toprak kaybıyla karşı karşıya gelebiliriz’ gibi şeyler dile getiriliyor. Bu mantıkla hareket ettiklerini görmek mümkün. Bu kaygı Bahçeli'de daha derindir. Erdoğan'da bu kaygı fazla yok. Belki de Erdoğan bu sürecin derinliğinin farkında değil. Derinliğinin farkında olsa İran’ın Irak’ta ‘at oynatmasına’ fırsat vermediklerine göre Türkiye'nin de Suriye'de ‘at oynatmasına’ izin vermezler. En başta İsrail izin vermez. Çünkü İsrail'in bölgede hegemonik güç olabilmesi için Türkiye ve İran'ın bölgede hegemonik mücadelesi içerisinde belli mevzilerin kazanmasına izin vermezler. O yüzden Türkiye Suriye'yi terk edecek ve HTŞ de geçicidir.
Bütün bu gelişmelerin içerisinde Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin neresinde duruyor?
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi statü almazsa bu süreç çöker. Ama Özerk Yönetim statü alırsa ve bu statü uluslararası destek görürse bu süreç ilerler. İlerleme potansiyeli daha güçlüdür.
Bu sürecin kalbi orasıdır. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Bölgesi statü almazsa bu süreç çöker. Ama Özerk Yönetim statü alırsa ve bu statü uluslararası destek görürse bu süreç ilerler. İlerleme potansiyeli daha güçlüdür. En azından devletin bir tercihle karşı karşıya gelmesi gündeme gelir. Güney Kürdistan’da federal bir yapı var. Kuzey ve Doğu Suriye’de bir statü var. İran’daki durumlar da gündemdedir. Orada da özerk ya da federal bir yapının çıkma ihtimali çok güçlüdür. İran’daki molla rejimi değişirse Türkiye, üç parça Kürdistan'da çıkmış irade karşısında inkâr ve imhayı dayatamaz. Selçukludan başlayıp günümüze kadar gelen devlet geleneği en zor durumlarında Kürtlere sığınmıştır. Kürtler olmasaydı Türkler Anadolu'da devlet olamazlardı. Kürtler olmasaydı Yavuz döneminde İran'a karşı hegemonik bir güç olamazlardı. Kürtler olmasaydı bu cumhuriyet kurulamazdı. Bu cumhuriyet, Kürtlerin sayesinde kurulmuştur. Şu anda da zor bir dönemden geçiliyor. Uluslararası güçler bölgeyi yeniden dizayn etmek istiyor. Bu nedenle Türklerin Kürtlerle hareket etmesi, Kürtlerin Türklerle Sayın Öcalan önderliğinde bu sorunu çözmesi, Türkler için büyük bir kazanımdır.
Mevcut konjonktürde bu tarihsel ittifakı kurmanın hem Kürtler açısından hem de sürecin bir tarafı olan devlet açısından mümkün müdür?
Tarihsel açıdan bu ittifak her ne kadar Kürtlere yaramasa da Kürtler bunda zarar görse de bu ittifak Türkiye'yi geleceğe taşır. Önceden olduğu gibi bu sefer de Kürtlere hile yaparsa bu olmaz. Çünkü ilk kez Kürt tarafı zamanın ruhunu okuyan, dünya siyasetine denk politika geliştirebilen örgütlü bir halktır. Dört parça Kürdistan ve diasporada örgütlüdür. Uluslararası arenada birçok ittifaklar kurmuştur. Bu nedenle bu oyunlar da artık boşa çıkar. Türkiye'nin çok zaman kaybetmeden, çok büyük bir bedel de ödemeden, Kürtlerle birlikte yaşamayı esas alarak demokratik bir cumhuriyet içinde yaşamayı önüne koyup bunu kararlaştırması gerekir. Bu sorun al-ver sorunu ya da belli yerlere sınır çizme sorunu değil. Bin yılı aşkın bir birliktelik vardır. Bu birlikteliklerde akraba bağları, kan bağları oluşmuştur. Birleşik bir sosyoloji vardır. Bu birleşik sosyoloji, Kürt olduğu kadar Türk, Türk olduğu kadar da Kürttür. Türkçe dışında, folklorda, mutfak kültüründe, cenazelerin kaldırma biçiminde, düğünlerin yapılma biçimi, gibi kültürel şeylerde buradaki halklar hemen hemen ortaklaşmıştır. Sadece dillerin farklılığı vardır. Bu dillerin farklılığı da bir zenginliktir. Bu sorun İrlanda-İngiltere, Korsika-Fransa, İspanya-Bask Bölgesi gibi değildir. Daha iç içe geçmiş sosyolojidir. Bu Kürdistan’ın dört parçasında da böyledir. Dolayısıyla ulusal meseleleri çok politikleştirmeden, anayasal vatandaşlık içerisinde ortak bir yaşam gerçekleşebilir. Âdem-i merkeziyetçilik, yerel demokrasi içerisinde tüm iradelerin açığa çıkarılması açısında çözüm mümkündür.
DEM Parti, bugüne kadar çok sayıda halk buluşması gerçekleştirdi. MHP de “Milli Birlik ve Dayanışma Buluşmaları” adıyla halk buluşmaları düzenliyor. Bu buluşmaların barışın toplumsallaşması amacıyla yapıldığı belirtiliyor. Bunların sürece etkisi ne olur?
Bu türlü halk toplantıları, halkın sürece dahil edilmesi açısından, halkın istemleri ve beklentilerinin açığa çıkarması ve halkın sürece dahil edilmesi açısından olumludur. Fakat MHP'nin gerçekleştirdiği halk toplantılarında nelerin konuşulduğu bilinmemekle birlikte bu toplantılarda belli çözüm önerileri yapılıyor, halktan belli çözüm önerileri alınıyorsa acaba ana dilde eğitim, ademi merkeziyetçilik temelinde Avrupa'nın Yerel Yönetimler Özerklik şartı, gibi şeyler konular konuşuluyor mu? Öneri temelinde mesela DEM Parti’nin yaptığı halk toplantılarıyla MHP'nin yaptığı halk toplantıları ortak bir zeminde birleşebilir. Bu halkı sürece daha iyi hazırlar. Aynı zamanda bu toplantıların en önemli özelliklerinden birisi de MHP tarafından yapılmasının, savaştan beslenen bir avuç baronun teşhir olmasına onların toplumun kafasını karıştırmasına izin vermemesine yol açar ve onların da tasfiyesini beraberinde getirir. Bu açıdan önemlidir. Her kesim kendi cephesinde bu tür toplantıları yapmalı ve daha somut öneriler geliştirmelidir.
Mesela ne gibi somut öneriler?
Bu eyalet sistemi etnik anlamda değil coğrafik bir eyalet sistemidir. Kürtlerin, Türklerin, Lazların yaşadığı bölgelerin içindeki etnik topluluğa göre bir ayrım gerçekçi değildir. İç içe geçen sosyolojiler vardır. Şu an Türkiye 7 bölgeye ayrılmıştır. Bu 7 bölgeye 7 tane eyalet denilip, bu eyaletlerin belediye başkanlıkları ile valileri birleştirilip seçimle gelirse daha iyi bir çözümdür.
Sürecin önünü açan, demokratikleşmeye hizmet eden öneriler olmalıdır. Devlet geleneğini dikkate aldığımızda, bu devlet eyalet sistemine yabancı değildir. Osmanlı döneminde bir eyalet sistemi yapılmıştır. Günümüzde de bu eyalet sistemine dayalı bir çözüm gereklidir. Demokratik entegrasyonun biçimi bu eyalet sistemi biçiminde de olabilir. Bu mutlak değildir. Eyalet sistemini söylememin nedeni, bu devlet geleneğinin böylesi bir yapıya açık olduğundan dolayıdır. Bu eyalet sistemi etnik anlamda değil coğrafik bir eyalet sistemidir. Kürtlerin, Türklerin, Lazların yaşadığı bölgelerin içindeki etnik topluluğa göre bir ayrım gerçekçi değildir. İç içe geçen sosyolojiler vardır. Şu an Türkiye 7 bölgeye ayrılmıştır. Bu 7 bölgeye 7 tane eyalet denilip, bu eyaletlerin belediye başkanlıkları ile valileri birleştirilip seçimle gelirse daha iyi bir çözümdür. Türkiye'nin tarih geçmişine de uygundur. Bu çözüm aynı zamanda Avrupa yerel yönetim özerklik şartından daha ileri bir adımdır.
Sürecin kalıcı bir çözüme ulaşması için atılması gereken temel adımlar nelerdir?
Sürecin çözüme ulaşabilmesinin iki dinamiği vardır; Birincisi, Özgürlük hareketi ve Önderliğinin üzerine düşen görevlerini yerine getirmesi ki bunlar fazlasıyla yerine getirilmiştir. Tek taraflı olarak hiç insanların aklından geçmeyecek, hatta örgüt yönetimini bile aklından geçmeyecek adımlar atılmıştır; silahların yakılmasına kadar gelmiştir. Burada ikinci dinamik devlete düşendir. Devletin, sorunu yüksek perdeden ifade eden kavramlara boğmadan, çok somut bir biçimde belli adımlar atması gerekir. Bu adımlar, Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü, siyasi genel affın çıkarılması, Kürt dili de dahil anadilde eğitimin yapılması, Kürtçenin ikinci resmi ilan edilmesi, Valilik veya kaymakamlıkla belediye başkanlıkların birleştirilip seçimle iş başına gelmesidir. Genel olarak devletin küçültülmesi gerekiyor. Devletin hantal bir devletten daha işlevsel, daha dinamik bir devlete gidilmesi gerekiyor. Bu da devlet sadece genel sağlama, makro ekonomi ve diplomasiyle dış ilişkilerle sınırlı kalmalı; diğer sağlık, eğitim, yerel ekonomiler gibi tüm sorunlar yerelde halledilmelidir.
MA / Ömer İbrahimoğlu - Melik Çelik